Yüklediğim Yalnızlığım, Yüküm Ağır

İnsanın hayatında taşıdığı en ağır yük, çoğu zaman sırtında değil, kalbinde olandır. Dışarıdan kimse görmez, kimse ölçemez ama insanın içini kavuran, geceleri uykusunu bölen ve gündüzleri sessizliğe mahkûm eden bir ağırlık vardır: yalnızlık.

Yalnızlık, çoğu zaman bir seçim değil, bir zorunluluktur. İnsan bazen hayatın karmaşasında, kalabalıkların içinde bile kendini yapayalnız hisseder. Konuşacak kimse bulamadığında, dertlerini paylaşacak bir omuz göremediğinde, içinde biriktirdiği her söz, her his birer birer yük olur. Kaynak olmadan, dayanak olmadan, paylaşacak bir yol arkadaşı olmadan taşınan bu yük; zamanla omuzları değil, ruhu ezer.

Aslında yalnızlık insana çok şey öğretir. Sabretmeyi, kendiyle konuşmayı, içindeki sesi duymayı… Fakat her öğretinin bir bedeli vardır. Sessizce katlanılan her gün, ağırlaşan bir çuval gibidir. İçinde kırgınlıklar, yarım kalmış cümleler, söylenemeyen itiraflar ve belki de hayata dair umut kırıntıları vardır. Bu yüzden denir ki: “Yalnızlığın yükü, en ağır yüktür.”

Yalnızlığın yükünü taşırken insan kendini daha iyi tanır. Kimsenin bilmediği duyguları kendiyle paylaşır, kendiyle hesaplaşır. Ama bir noktadan sonra, bu yük bir insana fazla gelir. İşte tam orada insan bir dostun, bir gönül aynasının kıymetini anlar. Çünkü paylaşılan yük hafifler, konuşulan acı küçülür, dinlenen bir kalp rahatlar.

Bugün hayatlarımız teknolojiyle çevrili, sürekli bir kalabalık görüntüsü içinde yaşıyoruz. Fakat bu kalabalığın içinde gerçek bir dostun eksikliği, insanı daha da yalnız kılıyor. Yalnızlığın yükünü hafifletmenin tek yolu; gönlünü açacak, ruhunu dinleyecek, yanında sessizce duracak bir yürek bulabilmek.

Ve bazen, insanın kendi kendine söylemesi gereken en büyük hakikat şudur:
Yalnızım ama bu yükle ayakta durabiliyorum. Çünkü her yükün bir sahibi, her yaranın bir şifası vardır. Yalnızlık ağırdır ama insanı olgunlaştırır.”